27 Ekim 2011 Perşembe

Kendimi çok suçlu hissediyorum. Kötü bir şey yapmadım ama başkalarının zarar görmelerine sebep oldum, üzdüm onları. O kadar büyük bir suçluluk ve utanç duygusu var ki içinde krize girip saatlerce ağlayabilirim. Ya da en güzeli, günlerce uyumak. Nasıl unutacağım bugün olanları. Keşke unutmayı ve unutturmayı başarabilsem. Anneme anlattım eve gelince biraz, çok da önemli bir durum olmadığını ama yine de biraz ayıp olduğunu söyledi. Ben affedemiyorum kendimi. Saatlerce ağlamak da istemiyorum. Unutmanın bir yolu olmalı. Çok ayıptı yaptığım şey ve o kişiyi de çok üzdü, öfkelendirdi. Yine de olgunlukla karşıladı, daha doğrusu hassasiyetini saklamaya çalıştı. Ne yapacağımı bilmiyorum. Bu suçluluk duygusundan bir an önce kurtulup, kendimi affettirmem gerek.

26 Ekim 2011 Çarşamba

     Hayat o kadar yorucu ki son zamanlarda benim için, düşünmeye bile çok fazla zaman ayıramıyorum. İş yerinde her gün bir stres ve yoğunluk. Zevk alarak yapmadığım bir işin yoğunluğu beni biraz olsun rahatlatıyor. En azından sevip sevmediğimi sorgulama imkanım olmuyor.
    Şu an benim için en uygunu bu ve ben bu işte çalışıyorum. Belki bir gün çok daha güzel bir yerlere geleceğim ama bunun için oldukça zaman var. Çünkü ilk önce beynimin boşalması gerekiyor. Ve elbette ki istikrar.
    Öğrendiğime göre zeka ne kadar fazla olursa beyindeki bağlantılar o kadar karışıyormuş. Bu yüzdenmiş zeki insanların, hayatlarıyla uyum sorunu yaşamaları. Bense çoğu kez rol yapıyorum, sadece çok yakından tanıyanlar zeki olduğumu düşünüyorlar. Doktorum da dahil buna.
    Doktor demişken 2 haftadır geciktiriyorum randevuyu. Bu hafta da almazsam oldukça zorlaşacak artık. Bir şey engel oluyor bana, "boş ver sonra alırsın" diyor. Yine kendi kendimi baltalamaya başladım sanırım. Biraz da doktorun son kontroldeki tutumundan kaynaklanıyor olsa gerek.
    Arkadaşlarım arıyor, mesaj atıyorlar cevap vermiyorum. Halbuki o anda müsait de oluyorum ama gelmiyor içimden. Yine aynı şey tutuyor işte beni. İnsanlar uzaklaşınca da yana yakıla aramaya çalışıyorum onları ve sonunda yine yalnız kalıp öfkeleniyorum.
   İlacımı kullanmaya devam ettiğim için karmaşık rüyalarım da sürüyor. Yine de biraz azalmış gibiler. Bazen çok heyecan duyuyorum rüyalarımda, bazense korkularım ortaya çıkıyor. Her ikisi de sinir bozucu.
Yorgunluk, yoğunluk iyi hoş da bir de ben kaybolup gidebilsem kendi hayatımda ne kadar güzel olacak.

24 Ekim 2011 Pazartesi

"sevgisiz her öpüşme kendi teninizde işlenen bir cinayettir" demiş gereksizin biri. Sanki öpüşmeyi, aşkı seksi çok bilirmiş gibi. Sanki çok anlar da cinayetten ruhtan. 30 una gelmiş amatör şair bozuntusu avare avare dolanırken ortalıklarda, avare kelimesini kendisine verilmiş bir lütuf olarak görmekte. Öylesi için ancak kelimenin anlamı boş gezen boş adam demek uygun olur.
Parmakları uyuşan yazıyor, çok bilirmiş gibi. Aşk varsa sevişmekten kolay olan ne. Hadi adam ol, sevmediğin insanla yat ve buna bir anlam yükle de göriyim ben senin şairliğini işte o zaman. Boş gezen B.S senden nefret etmekteyim. Senden ve geçmişte husumetim bulunan hepinizden. Eğer iyi bir yerlere gelirseniz ve benim bu işte büyüleyici bir tarafım olmazsa işte o zaman....

16 Ekim 2011 Pazar

Öfke

     Bu lanet olası ilaç hiçbir işe yaramıyor. Kendimi yormaktan başka bir halt yaptığım yok. Her şeyden nefret ediyorum ölesiye büyük bir öfke var içimde. Kendimi kesmek, yok etmek, yok olmak istiyorum. Gerizekalı insanların hepsi gayet kendi hallerinde ve gayet sıradan bir durumdalar. Hatta Narcissus bile. O da sinirimi bozmakta. İyi halinde ya şimdi, mutlu tabi arkadaşları, ailesi de var. Hayatımın tamamı sen değilsin  modlarında. Bir kalkmış bana akıl veriyor. Neymiş mutlu olmamam için hiçbir sebep yokmuş, ben sorun arıyormuşum. Sanki iki gün sonra değişecek olan kendisi değilmiş gibi.
     Onun hiçbir şeyi anladığı falan yok. Kimseden bir farkı da yok. Biliyorum kim çıkarsa çıksın karşıma, beni tam anlamıyla anlayamayacak. Ama onun bu anlayışsızlığı beni daha çok öfkelendiriyor. Üstelik hissettiklerimiz neredeyse benzer şeylerken.
     Ergenler gibiyim, sürekli anlaşılmamaktan söz ediyorum. O kadar acı verici bir hayat ki bu. Dünyada beni tatmin edecek hiçbir şey yok. Sanki bir şey olsa tamam olacakmışım gibi, tek bir şey. Arıyorum, buldum sanıyorum, koşuyorum ona, sonra yok oluyor. Bakıyorum ki o da tatmin etmemeye başlıyor beni. Ben mi çok aç gözlüyüm yoksa evren mi çok yüzeysel bilmiyorum. Bir arkadaşım zekadan kaynaklandığını söylemişti, her şeyin bir süre sonra gözümde basitleşiyor olmasının sebebinin bu olabileceğini anlatmıştı. Dünyada beni zeki gören kimse yok. Bir kaç çok yakın arkadaş sadece.
     Herkes öylesine meşgul ki aptal egosuyla, kendinden üstün göremiyor kimseyi. Ve o lanet olasıcılar, küçücük iç dünyalarında benden çok daha mutlular. Tahammül edemiyorum buna, haksızlığa uğramış hissediyorum kendimi. İstemeden üzerime kodlanmış sorunlu taraflarıma karşın sahip olduğum avantajlı yanlarımın bir tanesi bile ortaya çıkmıyor. İşte beni en çok öfkelendiren de bu zaten.
     Yağmur damlaları ne güzel vuruyor cama. Keşke ev biraz daha sıcak olsa. Ya da şöminenin başında şarap yudumluyor olsak ne bileyim daha anlamlı olabilirdi belki. Saçım başım berbat durumda, duş almam lazım, üşeniyorum. İyice miskinleştim iki gündür. Kendimi işe yaramaz hissediyorum, günler boşuna geçiyor gibi, sadece geçmiş oması için.
Kullandığım ilaçtan mıdır nedir, her gece karışık ve atraksiyonlu rüyalar görüyorum. İçimdeki her şey rüyalarımda yaşanıyor sanırım. Ah bir de ben tatmin olabilsem. Sabah uyandığımda dudağım uçuklamıştı, artık haddeye geldim. Normal şartlar altında dün ya da bugün doktora gitmem gerekiyordu, randevu almadım, gitmedim. Hiç içimden gelmiyor ona gitmek de. Ne yapacağını zaten biliyorum, onun bile heyecanı kalmadı artık.
     Çok param olsa kocaman bir evim olurdu. Her odası farklı olurdu. Kostümler, doğal taşlar, peruklar, mitolojik eserler, kitaplar, balıklar,... Mesela bir odada tarot kartları doğal taşlar uzun şallar etekler falan olurdu. Başka bir odada renk renk peruklar, abartılı kıyafetler. Diğerindeyse kocaman tahta bir kitaplık uzun bir merdiven, daktilo, pipo. Bir odada alkol, sigara, zararlı maddeler, jiletler. Bahçede organik besinler, dut ağaçları. Bir gün kendimi namaza duaya verir, diğer günse önüme gelen bütün yabancılarla ilişkiye girerdim.
     Çok param, çok özgürlüğüm olsa, hiç düşünmeden isteğim an istediğim kişi olurdum. Böyle tek başıma oturup zamanın geçmesini beklemezdim. Benim için üzülecek kimse olmasa, gerçek anlamda yaşayabilirdim.

15 Ekim 2011 Cumartesi

Narsist Yoksunluğu

       Narsistler empati duygusundan oldukça mahrum olurlar; bunu biliyorum ama son yaptıkları biraz fazla değil mi gerçekten de. Son ayrılığımızda facebook şifresini değiştirip bir sürü kız eklemişti. Hepsinin de nasıl insanlar oldukları ortadaydı zaten. Sonradan pişman olup beni aramış ve tüm bunları beni kendisinden nefret ettirmek için yaptığını, pişman olduğunu, ne istersem yapacağını söylemişti. Pişmandı da ve araştırmalarımın sonucunda öğrenmiştim ki gerçekten de kimseyle arasında bir şey geçmemişti. Facebook kapandı, yenisi açıldı, son olarak kimse kalmadı.
       Ve şimdi o kapanan facebook tekrar açılmış ordan kendisine oyun istekleri gönderilmiş. Kızlarsa halen durmaktalar. O kadar sinirlendim ki, aradım dün konuşamadık. Bu sabah gözlerimi açtım aklıma tüm bunlar geldi. Telefon açtım avazım çıktığı kadar bağırdım, hiçbir şey olmamış gibi konuşmaya çalıştı. Oyun için açmış, öfkelenecek bir şey yokmuş, kimseyle de konuşmamış. Face i kapat demem yeterliymiş, bu kadar sorun yapmama gerek yokmuş. Ben bunları zaten biliyorum; mesele şu ki ben tüm yaşananları unutmaya çalışırken hiç düşünmeden tekrar o face i açmaktan hiç çekinmiyor. Üstelik o kızları silme zahmetinde dahi bulunmuyor. Her şeyi neden benim ona söylemem gerekiyor.
       En sonunda  o da sinirlenmeye başladı. Ne kadar kıskanç olduğumu, kendime hiç mi güvenmediğimi söylemeye başladı. Zaten üste çıkmak için yaptığı tek şey: "kendine bu kadar mı güvenin yok" ne alakası varsa. Daha çok sinirlendim o da "ne istiyorsan yap, gitmek istiyorsan git." gibi bir şey söyledi. Konuşuyordu, "gerizekalı" diyip kapattım telefonu.
       Öfkem geçmiyor, biliyorum geçtiğinde eğer ayrılmış olursak, onu çok özleyecek ve barışmak isteyeceğim. Ama o aslına bakılırsa bana uygun bir insan değil. Benim hassasiyetlerimi bile, üzerinden o kadar yıl geçmiş olmasına rağmen, anlayamıyor. Onun beyni tüm bunlara kapalı. Küçük bir çocuğun her fırsatta mahfettiği şeyleri toparlamaktan bıktım artık. Üstelik bu şey benim kalbimken. Tam güzel oluyor derken bir sorun, beni çok öfkelendiren, üzen, kıran bir sorun. Ne kadar konuşsam da bu ilişkiyi sona erdiremeyeceğim. Ve o beni hiçbir zaman anlayamayacak. Tıpkı diğerleri gibi.

11 Ekim 2011 Salı

Güzel Günler

     Mutluluktan yorgun düştüm, tabi biraz da uykusuzluktan :) Bugün, olabilecek en güzel gündü. Kendimi son derece verimli bir şekilde kullandım. İş yerimde odadakilerle sohbet ettim, güldüm, eğlendim. Üstelik oldukça da çalıştım. Sanırım dün, borderline ile ilgili okumuş olduğum çok olumlu bir yazının etkilerini sürüyorum halen. 
     Bazen ortada hiçbir sebep olmadığı halde hayat o kadar güzel ki. Sokaklar, insanlar, hayvanlar,... Sanki hepsi benim için oradalar. Gökyüzünden tüm evreni seyrediyor gibiyim. Yüzümde olgunlukla dolu bir gülümseme. Mutluluğumu hiçbir zaman kendime bile tam anlamıyla anlatamayacak, göğsümün üzerinde hissettiğim bütün olumlulukları dışarıya atamayacak olsam da, her şeye rağmen mutlu olmak çok güzel. Bir süre sonra geçeceğini ya da yorgun düşeceğimi bilsem de iyi ki tüm bunları hissedebiliyorum.
    Borderline benim bir parçam. Eğer o olmasaydı hiçbir şeyin tam olarak farkında olamazdım. Ne hissedebilirdim gerçek anlamda, ne de düşünebilirdim. İnsanlar hep bunları yapabildiklerini sanıyorlar. Onlara anlatmaya çalışsam mutluluğun, öfkenin, acının ya da korkunun onların hissettiklerinden çok daha yoğun duygular olduğunu, eminim hiçbiri inanmaz bana. Onlar hep hissettiklerini sanıyorlar, yaşadıklarını ve bu hayatın bir parçası olduklarını zannediyorlar. Zaten kendilerini kıskanmamın tek sebebi de bu ya. Hiçbir şey bilmedikleri halde kendi varlıklarının farkındalar. Oysa ben her zaman sorguladığım, kendim ve diğerleri hakkında bir çok şeyi bildiğim, hissedebildiğim halde yaşadığımın farkına varamıyorum. Kendilik algısı dedikleri şey işte...
     O kadar basit ki onların yaşamları, çoğu zaman güldürüyorlar beni. Bilmedikleri bir çok şeyi büyük bir ciddiyetle bildiklerini sanmaları ve zekalarını kanıtlamaya çalışmaları öylesine komik ki aslında. Beni hiçbir zaman anlayamayacaklarının farkındayım. Kendimi çok iyi hissettiğim zamanlarda onlara karşı büyük bir şefkat duyuyorum. Söyledikleri her sözcük, takındıkları her yüz ifadesi gülümsetiyor beni. Kötü hissettiğim zamanlardaysa hepsine karşı o kadar büyük bir öfke duyuyorum ki. O küçük benliklerinde mutlu oluyor olmaları beni çılgına çeviriyor.
      Başkalarının düşüncelerini okumak değil belki yaptığım şey, ama hislerini anlayabiliyorum. Onları anlamak, benim için oldukça kolay ve sıradan. Sadece yüzlerine baktığımda o an ne hissettiklerini biliyorum. Bir sözcüğü neden söylediklerini, akıllarının nerede takılı kaldığını.
      Narcissus um bir gün bana demişti ki "eğer beni çözmeyi başarabilirsen, artık herkesi anlarsın" Ben zaten anlıyordum herkesi. Ama haklıydı, onu anlamak daha zordu. Ve ben zor olduğu için onunla birlikteydim zaten. O hep büyüklenmeci tavırlarıyla kendini üstün göstermeye çalışırken, ben onun ruhunun en derinliklerindeki güvensizliklerini fark etmeyi öğrendim. Şimdi hepsini biliyor, ne kadar uğraşsa da kişiliğini benden saklamayı başaramıyor. Bu, onun için kendisinin başına gelebilecek en kötü şey. Şimdiyse büyük bir bunalımda. Kendini benim karşımda son derece aciz bir vaziyette hissediyor. Ve benim tüm bunları bildiğim halde kendisiyle neden halen birlikte olduğumu bir türlü anlayamıyor.
     Onu çok seviyorum, bunun gerçek bir sevgi olduğunu da biliyorum. Ama eğer bir borderline olmasaydım tüm yaşanan -çok ama çok kötü- olumsuzluklara rağmen, halen onunla birlikte olur muydum işte bunu bilmiyorum.

9 Ekim 2011 Pazar

Doktor Kontrolü

       Ben, dün ondan ayrıldığımı sanıyordum, hatta bütün gece bu yüzden uyku bile uyuyamadım ama meğer o benimle aynı fikirde değilmiş. Aradı konuştuk daha içimdekileri tam olarak atamadım ama birlikteyiz sanırım yine. Söylediğine göre çok kıskanıyormuş beni bu yüzden de engel olmaya çalışıyormuş bazı şeylere. Askere gidecekmiş sonra da evlenecekmişiz. Hadi bakalım  hayırlısı. Bakalım ne kadar sürecek bu planları.
    Sabah erkenden kalkıp hastaneye gittim psikiyatrist kontrolü için. Biraz geciktiğim için beklemek durumunda kaldım. Bir kadın, küçük kızı ve kadının annesi vardı. Sıradaki başka bir kadın küçük kıza sorular soruyor onunla ilgileniyordu ki, kız bir anda kadını tersleyiverdi. "ben sana cevap vermek zorunda değilim, tamam mı" dedi. Hemen annesi ve anneannesi müdahale ettiler duruma ve kızdan özür dilettiler. Kadının suratıysa kıpkırmızı olmuştu. Kırılganlığını gizleyebilmek için anlayışlı davranıp kıza başka sorular sormaya devam etti. O an o kadının yerinde olmak istemezdim. Muhtemelen aynı şeyleri hissediyor olurdum onunla. Belki daha fazlası ama eksiği değil. Bense çok şık bir şekilde giyinmiş, oraya sanki farklı bir yerden ışınlanmış gibiydim. Kendimi kötü hissettim bir anda. Utanç duyan birinin bulunduğu ortamda güçlü bir şekilde duruyordum. Bu beni çok ama çok rahatsız etti. Tüm olanları önemsememiş, görmemiş gibi davranmaya çalıştım.
    Sonra onlar girdi içeriye, şımarık kız annesinin peşinden atladı hemen odaya. Kapı açılıp kapandıkça kolonun arkasına doğru girmeye çalışıyordum, doktor beni fark etmesin diye. O sırada mantıklı geliyordu yaptığım, oysa şimdi düşünüyorum da ne kadar komikmiş. Biraz uzun sürdü görüşmeleri. Etrafı inceledim hoş biri yoktu. Kadınlar çirkindi. Erkeklerse kaba. Orta yaşlı bir adamın yanında çirkin ve sessiz bir kız vardı. Ne hastası olabilirdi acaba, tahmin yürütmeye çalıştım, aklıma hiçbir şey gelmedi. Az önce terslenen kadın, ayağa kalmış "off" luyor ellerini gerdanına götürerek kendini rahatlatmaya çalışıyordu. Ama çok da abartılı değildi davranışları. Onu gördükçe, farkında olmadan ben de onun gibi davranmaya başlamıştım. Sonra bir baktım ki kadının gerdanında kızarıklıklar vardı. Belki de o sırada hepsini. Acaba o da benim gibi borderline olabilir miydi. Gözlerine baktım, aynı anlaşılmamışlık vardı. Belki o da benim gibiydi...
    Nihayet üç kuşak üçlüsü dışarıya çıkabildi ve o çirkin kızla babası amcası ya da her neyiyse işte içeri girdiler.
Bir kadın daha vardı sırada 55-60 yaşlarında. Akli dengesi tam olarak yerindi değildi sanırım. Yanında kızı ve kocası vardı ve kadının kaçmasına, doktorun odasına girmesine engel olmaya çalışıyorlardı. İkisi de o kadar iyi davranıyorlardı ki kadına, kızı sanki ona annelik yapıyor, kocasıysa bütün sevgisini veriyordu. İlginçti bu kadar sevgi olması. Asıl ilginci bu kadar sevgiye rağmen öyle olmasıydı belki de. Bir çocuğunu kaybetmiş olabilirdi belki, ya da başka herhangi bir şey bilmiyorum. Benden sonra girecek olan kadın (şımarık çocuk tarafından terslenen kadın) sırasını ona vermek isteyince ben de sıramı verdim.
     Onların çıkmasını beklerken oturmuştum kapının yanındaki sandalyeye. Yanıma bir kız oturdu, o da çirkin ve bakımsız hele biraz da pis gibiydi. Başımı ona doğru çevirdim "sen de nereden çıktın" der gibi elinin tersiyle göz yaşını sildi. Yine şahit olmamam gereken bir olaya tanık olmuştum. Yine kötü hissettim ama daha az kötü. Usulca diğer tarafa çevirdim başımı.
    Sıra bana geldi. Odaya girdim bir anda bomboş geldi içerisi. Hastanın oturması için koyulan sandalye, önceden doktor masasının tam karşısındayken, şimdi tam çaprazına odanın ücra kısmına koyuluştu. Nasıl olduğumu sordu, kötü olduğumu ve ilacın bu dozunun hiçbir işe yaramadığımı söyledim. Fiziksel yan etkilerini sordu. 10 gün sonra tekrar görmek istediğini, ilacın dozunu ayarlayacağını söyledi. Biraz karşı çıkmaya çalıştım ilaçla ilgili fayda etmedi, apar topar gönderdi beni. Benimle birlikte o da çıktı.
İşte en kötü halimdeydim. Kendimi hastaneden dışarı nasıl attığımı bilmiyorum. Hemen karşıdaki parka gidip oturdum biraz ağladım kimseye belli etmeden. Bu sebeple ağlamayı kendime yediremediğim için sinirlendim. Ağladıkça ağlayasım gelmesin diye en yakın arkadaşımı aradım.
     Bugün çok öfkelendim doktora, zaten hep terapiye başlamayı erteliyor. Zihnimin buna hazır olması lazımmış. Ama artık bunalıyorum ben ona duyduğum güven sarsılmaya başlıyor. O kadar sinir bozucu bir şekilde davrandı ki. Sürekli diğer ismimi söyleyip durdu, halbuki bana kimse o isimle hitap etmez. Şimdi düşünüyorum da belki kullandığım ismi söylese biraz daha iyi hissedebilirdim. Bir de benimle birlikte kapıdan çıkarken omuzuma dokundu. Kendince bana güven veriyor, daha da sinirim bozuldu ama benim. 
     Gerçekten soğudum artık o adamdan. Bundan sonra eskisi kadar seveceğimi sanmıyorum. Keşke nefret etmiş olsaydım, o zaman yine sevebilirdim en azından. Ama ben çok soğudum. Bundan sonrası nasıl olacak bilmiyorum. Sürekli git gellerle, tedaviye karşı duyduğum heyecanı da kaybettim. Ama yapmam gereken, devam etmek. Kendim için bunu yapmalıyım. İçim almasa da bırakmamalıyım. Çünkü kendim için yapabileceğim tek şey ne yazık ki bu...

7 Ekim 2011 Cuma

Hayalsiz Kırılan Hayal

          Güzel bir gün olsun istedim, her zamankinden de kötü bir gün oldu. İş yerinde hiç durmadan çalışıp -her ne kadar takdir görmese de- takdire değer bir çaba gösterdim. İş arkadaşlarımdan biriyle bir yerlere gitmeyi planlamıştık ki Narcissus la şiddetli bir sorun yaşadık. Bir kaç gündür anlaşamadığımız bir konu sebebiyle.        
         Günüm rezil oldu eve döndüm ummadığım şeylerle karşılaştım onunla ilgili derken annesiyle konuştum, onu aradım ve sanırım ayrıldım, ardından en yakın arkadaşımla saatlerce telefonda konuştuktan sonra çenelerim ağrır bir vaziyette oturdum bilgisayarın karşısına.
       Ama anlatmayı unuttuğum bir şey var. Mağazada yüksek etiketleri tek tek incelerken, yanıma orada çalışan genç bir çocuk geldi ve bana "hoşgeldiniz" dedi. Gülümsedim ben de. O kadar güzeldi ki çocuğun yüzü sanki her organı yerli yerince koyuluş gibiydi. Mağazadan çıkarken gözlerim onu aradı, o da bana baktı. Bence çok iyi biriydi o ve çok temiz çok hoş. O gerçekten iyi biriydi bana en ihtiyaç duyduğum anda ilgi gösterdiği için değil sadece, gerçekten iyi bir ifadesi vardı. Ve sanırım artık ben yaşlanıyorum, belki o çocuğun yaşı benden bile gençti bilmiyorum. Bu kadar küçük bir şeyle bu kadar mutlu olmak şaşırtıcı ama sanırım içimde var benim, ne kadar yas tutsam da...
Şimdi muhtemelen yine kuvvetli bir ayrılık yaşıcaz ve bu sefer belki de son ayrılığımız olacak. Şu an olayın ilk etkisiyle farkına varamıyorum tama olarak ama bir kaç güne bir bir güzel anılarımız da gözümün önünden geçmeye başlıcaktır eminim. Dayanmak gerçekten çok zor, en zoru da onun başkalarıyla ilişkiye girecek olma ihtimali.İşte bunu hiç bir borderline den daha iyi kimse anlayamaz.
       Benim ondan önce davranıp biriyle cinsel ilişkiye girmem gerekiyor. Hem böylelikle ona olan fiziksel bağlılığımdan kurtulmuş da olurum. Ama öyle bir ilişki olmalı ki bu, onunla olduklarımdan bile daha mükemmel geçmeli, bütün öfkemi nefretimi o anda atabilmeliyim. Ve onun alacağı zevkten çok daha fazla zevk almalıyım. Eğer öyle olursa belki bir nebze dahi de olsa içim rahatlar.
       Biliyorum çok saçma tüm bunlar, keşke başka şeyler düşünebilsem. Veya en azından keşke şu an düşündüklerim sadece lafta kalmasa.
      Birilerinin, hele ki beni üzmüş birilerinin benden daha mutlu olma ihtimalleri beni çılgına çeviriyor. Hepsinden daha mutlu olmalıyım ben. İçimdeki öfkeyi atabilmemin tek yolu ise sevmediğim insanlarla birliktelik yaşamak. Bu konuya daha sonra tekrar dönücem. Şimdilik bu kadar.

6 Ekim 2011 Perşembe

Düşündüm taşındım ve baktım ki olmuyor, ben de yeniden yazmaya karar verdim. Aldım elime kağıdı kalemi yazdım, ama tatmin olamadım. Sonra bir hikaye daha yazdım çok da fena olmadı aslında. Tam bir tane daha yazacağım derken ortasında sıkıldım, bıraktım bir köşeye. Anladım ki yazmadan yaşayamam ben. Hiç olmazsa bloğuma yeniden döneyim dedim bakalım nasıl olacak bu defa.
Az önce yaptığım telefon konuşmasından sonra şundan eminim ki yarın çok zor bir gün olucak. Her günkü gibi yine nefret ettiğim işime gidicem ve beni hiçbi zaman anlayamayacak insanların yüzlerini görücem. Onlarca gereksiz şeye kendimce ödül layık bir sabır gösterirken, dört aydır çalıştığım halde halen saçma sapan hatalar yaptığım için zekadan yoksun bir insan profili çizicem. Belki Narcissus arayacacak tatsız bir konuşma yapıcaz; gün sona ererken bir arkadaşımla buluşmak isteyeceğim ama herkesin işi çok olacak. Belki yolda yürürken bir kaç telefon görüşmesi yapacağım, çok kısa sürecek.
Yarın her zamanki gibi yine benim için çok zor bir gün olcak. Kurabilecek bir hayal bulabilirsem ne ala. Yok onu da bulamazsam işte o zaman muhtemelen depresyon bayrakları çekilmiş olacak. Kullandığım ilaçtan mıdır nedir depresyona meyilliyim zaten şu sıralar. Cumartesi günü doktoruma gidicem, ilaçla ilgili kritik yapıcaz. Yine bir sürü para ödeyeceğim ama beni yeterli bulmadığından terapiye bile başlamayacak.
Artık her şey o kadar sıradan ki düşünmek bile anlamsız. Sonrasını şimdiden görmek o kadar olası ki yaşamın bile bir heyecanı yok. Yarın artık farlı bir şeyler olsun, farklı derken kötü olmasın ama bu sefer. Yarın hiç ummadığım kadar güzel ve heyecanlı bir gün olsun. Lütfen olsun...