27 Ekim 2011 Perşembe

Kendimi çok suçlu hissediyorum. Kötü bir şey yapmadım ama başkalarının zarar görmelerine sebep oldum, üzdüm onları. O kadar büyük bir suçluluk ve utanç duygusu var ki içinde krize girip saatlerce ağlayabilirim. Ya da en güzeli, günlerce uyumak. Nasıl unutacağım bugün olanları. Keşke unutmayı ve unutturmayı başarabilsem. Anneme anlattım eve gelince biraz, çok da önemli bir durum olmadığını ama yine de biraz ayıp olduğunu söyledi. Ben affedemiyorum kendimi. Saatlerce ağlamak da istemiyorum. Unutmanın bir yolu olmalı. Çok ayıptı yaptığım şey ve o kişiyi de çok üzdü, öfkelendirdi. Yine de olgunlukla karşıladı, daha doğrusu hassasiyetini saklamaya çalıştı. Ne yapacağımı bilmiyorum. Bu suçluluk duygusundan bir an önce kurtulup, kendimi affettirmem gerek.

26 Ekim 2011 Çarşamba

     Hayat o kadar yorucu ki son zamanlarda benim için, düşünmeye bile çok fazla zaman ayıramıyorum. İş yerinde her gün bir stres ve yoğunluk. Zevk alarak yapmadığım bir işin yoğunluğu beni biraz olsun rahatlatıyor. En azından sevip sevmediğimi sorgulama imkanım olmuyor.
    Şu an benim için en uygunu bu ve ben bu işte çalışıyorum. Belki bir gün çok daha güzel bir yerlere geleceğim ama bunun için oldukça zaman var. Çünkü ilk önce beynimin boşalması gerekiyor. Ve elbette ki istikrar.
    Öğrendiğime göre zeka ne kadar fazla olursa beyindeki bağlantılar o kadar karışıyormuş. Bu yüzdenmiş zeki insanların, hayatlarıyla uyum sorunu yaşamaları. Bense çoğu kez rol yapıyorum, sadece çok yakından tanıyanlar zeki olduğumu düşünüyorlar. Doktorum da dahil buna.
    Doktor demişken 2 haftadır geciktiriyorum randevuyu. Bu hafta da almazsam oldukça zorlaşacak artık. Bir şey engel oluyor bana, "boş ver sonra alırsın" diyor. Yine kendi kendimi baltalamaya başladım sanırım. Biraz da doktorun son kontroldeki tutumundan kaynaklanıyor olsa gerek.
    Arkadaşlarım arıyor, mesaj atıyorlar cevap vermiyorum. Halbuki o anda müsait de oluyorum ama gelmiyor içimden. Yine aynı şey tutuyor işte beni. İnsanlar uzaklaşınca da yana yakıla aramaya çalışıyorum onları ve sonunda yine yalnız kalıp öfkeleniyorum.
   İlacımı kullanmaya devam ettiğim için karmaşık rüyalarım da sürüyor. Yine de biraz azalmış gibiler. Bazen çok heyecan duyuyorum rüyalarımda, bazense korkularım ortaya çıkıyor. Her ikisi de sinir bozucu.
Yorgunluk, yoğunluk iyi hoş da bir de ben kaybolup gidebilsem kendi hayatımda ne kadar güzel olacak.

24 Ekim 2011 Pazartesi

"sevgisiz her öpüşme kendi teninizde işlenen bir cinayettir" demiş gereksizin biri. Sanki öpüşmeyi, aşkı seksi çok bilirmiş gibi. Sanki çok anlar da cinayetten ruhtan. 30 una gelmiş amatör şair bozuntusu avare avare dolanırken ortalıklarda, avare kelimesini kendisine verilmiş bir lütuf olarak görmekte. Öylesi için ancak kelimenin anlamı boş gezen boş adam demek uygun olur.
Parmakları uyuşan yazıyor, çok bilirmiş gibi. Aşk varsa sevişmekten kolay olan ne. Hadi adam ol, sevmediğin insanla yat ve buna bir anlam yükle de göriyim ben senin şairliğini işte o zaman. Boş gezen B.S senden nefret etmekteyim. Senden ve geçmişte husumetim bulunan hepinizden. Eğer iyi bir yerlere gelirseniz ve benim bu işte büyüleyici bir tarafım olmazsa işte o zaman....

16 Ekim 2011 Pazar

Öfke

     Bu lanet olası ilaç hiçbir işe yaramıyor. Kendimi yormaktan başka bir halt yaptığım yok. Her şeyden nefret ediyorum ölesiye büyük bir öfke var içimde. Kendimi kesmek, yok etmek, yok olmak istiyorum. Gerizekalı insanların hepsi gayet kendi hallerinde ve gayet sıradan bir durumdalar. Hatta Narcissus bile. O da sinirimi bozmakta. İyi halinde ya şimdi, mutlu tabi arkadaşları, ailesi de var. Hayatımın tamamı sen değilsin  modlarında. Bir kalkmış bana akıl veriyor. Neymiş mutlu olmamam için hiçbir sebep yokmuş, ben sorun arıyormuşum. Sanki iki gün sonra değişecek olan kendisi değilmiş gibi.
     Onun hiçbir şeyi anladığı falan yok. Kimseden bir farkı da yok. Biliyorum kim çıkarsa çıksın karşıma, beni tam anlamıyla anlayamayacak. Ama onun bu anlayışsızlığı beni daha çok öfkelendiriyor. Üstelik hissettiklerimiz neredeyse benzer şeylerken.
     Ergenler gibiyim, sürekli anlaşılmamaktan söz ediyorum. O kadar acı verici bir hayat ki bu. Dünyada beni tatmin edecek hiçbir şey yok. Sanki bir şey olsa tamam olacakmışım gibi, tek bir şey. Arıyorum, buldum sanıyorum, koşuyorum ona, sonra yok oluyor. Bakıyorum ki o da tatmin etmemeye başlıyor beni. Ben mi çok aç gözlüyüm yoksa evren mi çok yüzeysel bilmiyorum. Bir arkadaşım zekadan kaynaklandığını söylemişti, her şeyin bir süre sonra gözümde basitleşiyor olmasının sebebinin bu olabileceğini anlatmıştı. Dünyada beni zeki gören kimse yok. Bir kaç çok yakın arkadaş sadece.
     Herkes öylesine meşgul ki aptal egosuyla, kendinden üstün göremiyor kimseyi. Ve o lanet olasıcılar, küçücük iç dünyalarında benden çok daha mutlular. Tahammül edemiyorum buna, haksızlığa uğramış hissediyorum kendimi. İstemeden üzerime kodlanmış sorunlu taraflarıma karşın sahip olduğum avantajlı yanlarımın bir tanesi bile ortaya çıkmıyor. İşte beni en çok öfkelendiren de bu zaten.
     Yağmur damlaları ne güzel vuruyor cama. Keşke ev biraz daha sıcak olsa. Ya da şöminenin başında şarap yudumluyor olsak ne bileyim daha anlamlı olabilirdi belki. Saçım başım berbat durumda, duş almam lazım, üşeniyorum. İyice miskinleştim iki gündür. Kendimi işe yaramaz hissediyorum, günler boşuna geçiyor gibi, sadece geçmiş oması için.
Kullandığım ilaçtan mıdır nedir, her gece karışık ve atraksiyonlu rüyalar görüyorum. İçimdeki her şey rüyalarımda yaşanıyor sanırım. Ah bir de ben tatmin olabilsem. Sabah uyandığımda dudağım uçuklamıştı, artık haddeye geldim. Normal şartlar altında dün ya da bugün doktora gitmem gerekiyordu, randevu almadım, gitmedim. Hiç içimden gelmiyor ona gitmek de. Ne yapacağını zaten biliyorum, onun bile heyecanı kalmadı artık.
     Çok param olsa kocaman bir evim olurdu. Her odası farklı olurdu. Kostümler, doğal taşlar, peruklar, mitolojik eserler, kitaplar, balıklar,... Mesela bir odada tarot kartları doğal taşlar uzun şallar etekler falan olurdu. Başka bir odada renk renk peruklar, abartılı kıyafetler. Diğerindeyse kocaman tahta bir kitaplık uzun bir merdiven, daktilo, pipo. Bir odada alkol, sigara, zararlı maddeler, jiletler. Bahçede organik besinler, dut ağaçları. Bir gün kendimi namaza duaya verir, diğer günse önüme gelen bütün yabancılarla ilişkiye girerdim.
     Çok param, çok özgürlüğüm olsa, hiç düşünmeden isteğim an istediğim kişi olurdum. Böyle tek başıma oturup zamanın geçmesini beklemezdim. Benim için üzülecek kimse olmasa, gerçek anlamda yaşayabilirdim.

15 Ekim 2011 Cumartesi

Narsist Yoksunluğu

       Narsistler empati duygusundan oldukça mahrum olurlar; bunu biliyorum ama son yaptıkları biraz fazla değil mi gerçekten de. Son ayrılığımızda facebook şifresini değiştirip bir sürü kız eklemişti. Hepsinin de nasıl insanlar oldukları ortadaydı zaten. Sonradan pişman olup beni aramış ve tüm bunları beni kendisinden nefret ettirmek için yaptığını, pişman olduğunu, ne istersem yapacağını söylemişti. Pişmandı da ve araştırmalarımın sonucunda öğrenmiştim ki gerçekten de kimseyle arasında bir şey geçmemişti. Facebook kapandı, yenisi açıldı, son olarak kimse kalmadı.
       Ve şimdi o kapanan facebook tekrar açılmış ordan kendisine oyun istekleri gönderilmiş. Kızlarsa halen durmaktalar. O kadar sinirlendim ki, aradım dün konuşamadık. Bu sabah gözlerimi açtım aklıma tüm bunlar geldi. Telefon açtım avazım çıktığı kadar bağırdım, hiçbir şey olmamış gibi konuşmaya çalıştı. Oyun için açmış, öfkelenecek bir şey yokmuş, kimseyle de konuşmamış. Face i kapat demem yeterliymiş, bu kadar sorun yapmama gerek yokmuş. Ben bunları zaten biliyorum; mesele şu ki ben tüm yaşananları unutmaya çalışırken hiç düşünmeden tekrar o face i açmaktan hiç çekinmiyor. Üstelik o kızları silme zahmetinde dahi bulunmuyor. Her şeyi neden benim ona söylemem gerekiyor.
       En sonunda  o da sinirlenmeye başladı. Ne kadar kıskanç olduğumu, kendime hiç mi güvenmediğimi söylemeye başladı. Zaten üste çıkmak için yaptığı tek şey: "kendine bu kadar mı güvenin yok" ne alakası varsa. Daha çok sinirlendim o da "ne istiyorsan yap, gitmek istiyorsan git." gibi bir şey söyledi. Konuşuyordu, "gerizekalı" diyip kapattım telefonu.
       Öfkem geçmiyor, biliyorum geçtiğinde eğer ayrılmış olursak, onu çok özleyecek ve barışmak isteyeceğim. Ama o aslına bakılırsa bana uygun bir insan değil. Benim hassasiyetlerimi bile, üzerinden o kadar yıl geçmiş olmasına rağmen, anlayamıyor. Onun beyni tüm bunlara kapalı. Küçük bir çocuğun her fırsatta mahfettiği şeyleri toparlamaktan bıktım artık. Üstelik bu şey benim kalbimken. Tam güzel oluyor derken bir sorun, beni çok öfkelendiren, üzen, kıran bir sorun. Ne kadar konuşsam da bu ilişkiyi sona erdiremeyeceğim. Ve o beni hiçbir zaman anlayamayacak. Tıpkı diğerleri gibi.

11 Ekim 2011 Salı

Güzel Günler

     Mutluluktan yorgun düştüm, tabi biraz da uykusuzluktan :) Bugün, olabilecek en güzel gündü. Kendimi son derece verimli bir şekilde kullandım. İş yerimde odadakilerle sohbet ettim, güldüm, eğlendim. Üstelik oldukça da çalıştım. Sanırım dün, borderline ile ilgili okumuş olduğum çok olumlu bir yazının etkilerini sürüyorum halen. 
     Bazen ortada hiçbir sebep olmadığı halde hayat o kadar güzel ki. Sokaklar, insanlar, hayvanlar,... Sanki hepsi benim için oradalar. Gökyüzünden tüm evreni seyrediyor gibiyim. Yüzümde olgunlukla dolu bir gülümseme. Mutluluğumu hiçbir zaman kendime bile tam anlamıyla anlatamayacak, göğsümün üzerinde hissettiğim bütün olumlulukları dışarıya atamayacak olsam da, her şeye rağmen mutlu olmak çok güzel. Bir süre sonra geçeceğini ya da yorgun düşeceğimi bilsem de iyi ki tüm bunları hissedebiliyorum.
    Borderline benim bir parçam. Eğer o olmasaydı hiçbir şeyin tam olarak farkında olamazdım. Ne hissedebilirdim gerçek anlamda, ne de düşünebilirdim. İnsanlar hep bunları yapabildiklerini sanıyorlar. Onlara anlatmaya çalışsam mutluluğun, öfkenin, acının ya da korkunun onların hissettiklerinden çok daha yoğun duygular olduğunu, eminim hiçbiri inanmaz bana. Onlar hep hissettiklerini sanıyorlar, yaşadıklarını ve bu hayatın bir parçası olduklarını zannediyorlar. Zaten kendilerini kıskanmamın tek sebebi de bu ya. Hiçbir şey bilmedikleri halde kendi varlıklarının farkındalar. Oysa ben her zaman sorguladığım, kendim ve diğerleri hakkında bir çok şeyi bildiğim, hissedebildiğim halde yaşadığımın farkına varamıyorum. Kendilik algısı dedikleri şey işte...
     O kadar basit ki onların yaşamları, çoğu zaman güldürüyorlar beni. Bilmedikleri bir çok şeyi büyük bir ciddiyetle bildiklerini sanmaları ve zekalarını kanıtlamaya çalışmaları öylesine komik ki aslında. Beni hiçbir zaman anlayamayacaklarının farkındayım. Kendimi çok iyi hissettiğim zamanlarda onlara karşı büyük bir şefkat duyuyorum. Söyledikleri her sözcük, takındıkları her yüz ifadesi gülümsetiyor beni. Kötü hissettiğim zamanlardaysa hepsine karşı o kadar büyük bir öfke duyuyorum ki. O küçük benliklerinde mutlu oluyor olmaları beni çılgına çeviriyor.
      Başkalarının düşüncelerini okumak değil belki yaptığım şey, ama hislerini anlayabiliyorum. Onları anlamak, benim için oldukça kolay ve sıradan. Sadece yüzlerine baktığımda o an ne hissettiklerini biliyorum. Bir sözcüğü neden söylediklerini, akıllarının nerede takılı kaldığını.
      Narcissus um bir gün bana demişti ki "eğer beni çözmeyi başarabilirsen, artık herkesi anlarsın" Ben zaten anlıyordum herkesi. Ama haklıydı, onu anlamak daha zordu. Ve ben zor olduğu için onunla birlikteydim zaten. O hep büyüklenmeci tavırlarıyla kendini üstün göstermeye çalışırken, ben onun ruhunun en derinliklerindeki güvensizliklerini fark etmeyi öğrendim. Şimdi hepsini biliyor, ne kadar uğraşsa da kişiliğini benden saklamayı başaramıyor. Bu, onun için kendisinin başına gelebilecek en kötü şey. Şimdiyse büyük bir bunalımda. Kendini benim karşımda son derece aciz bir vaziyette hissediyor. Ve benim tüm bunları bildiğim halde kendisiyle neden halen birlikte olduğumu bir türlü anlayamıyor.
     Onu çok seviyorum, bunun gerçek bir sevgi olduğunu da biliyorum. Ama eğer bir borderline olmasaydım tüm yaşanan -çok ama çok kötü- olumsuzluklara rağmen, halen onunla birlikte olur muydum işte bunu bilmiyorum.